Kanada’lı yazar James Bacque tarafından yazılan ve 1990 yılında E yayınları tarafından yayınlanan “DİĞER KAYIPLAR” isimli belgesel kitapta, "Amerikalıların ikinci dünya savaşının bitiminden başlayarak izleyen iki yıl içinde yaklaşık bir milyon Alman esiri sistemli ve önceden planlanmış şekilde esir kamplarında nasıl yok ettikleri" anlatılmaktadır.
İşin ilginç yanı ( ya da çok ta şaşırtıcı olmayan yanı) bu gerçek 1990 yılından beri inkar edilmeyecek şekilde, kanıtları ile ortaya çıkarılmışken, adeta üzerine bir sessizlik örtüsü örtülüp, yeniden raftaki yerine kaldırılmış. Ne ucunu arayan var, ne soran. Halen 1915’teki Ermeni iddialarının en büyük hamisi olan Fransa, 1945 yılında kendi topraklarında erkek, kadın ve çocuk en az 300 000 Alman’ı açıkta ve aç bırakarak, tel örgüler içinde öldürüyor.
Kitaptan;
---------------------------------------------
1945 Nisan’ının sonlarında, Batı cephesinde silah seslerinin yerini milyonlarca çizmeden gelen adım sesleri almıştı. Silahlarını teslim etmiş Alman askerleri, taburlar halinde, Müttefiklerin dikenli tellerle çevrilmiş esir kamplarına doğru yürümekteydi. Dağınık durumdaki düşmen grupları son birkaç atış daha yaptıktan sonra kırsal alanlara kaçıyor, oralarda müttefiklerce yakalanmayı bekliyorlardı.
Batıdaki kitle halinde teslim olma olayları, doğu cephesindeki durumdan çok farklıydı. Orada Wehrmacht’ ın sağ kalmış birlikleri, ilerleyen kızıl orduya karşı hala savaş veriyor, arkadaşlarından mümkün olduğu kadar çoğunun Ruslardan kaçıp batılılara teslim olabilmesi için zaman kazanmaya çalışıyorlardı.
Alman başkomutanlığının son stratejisi buydu. Reich Mareşal Goering Batıya teslim olduktan sonra Adolf Hitler tarafından başkomutan olarak atanan Org. Doenitz’ in emri böyleydi.
Almanların bakış açısına göre, bu strateji milyonlarca askerini, daha insaflı olduğuna inandıkları General Eisenhower komutasındaki batılıların eline teslim edecekti. Ama Eisenhower’ın yalnız Nazi rejimine değil, Almanlarla ilgili her şeye karşı duyduğu tutku halindeki nefret dikkate alınınca, bu inanç en iyi ihtimalle, büyük bir kumar sayılırdı. Amerikan ve Fransız işgal bölgelerindeki beş milyondan fazla Alman askeri dikeni telle çevrilmiş alanlara sokuldu. Çoğu kelimenin tam anlamı ile omuz omuzaydı. Ayaklarının altındaki toprak çok geçmeden pislik ve hastalık yuvası oldu. Açık havada, en basit sağlık gereksinimlerinden bile yoksun, yeterince beslenemeyen esirler, kısa zamanda açlıktan ve hastalıktan ölmeye başladılar. 1945 yılından başlayarak ABD ordusuyla Fransız ordusu yaklaşık bir milyon insanı hiç umursamaksızın yok etti, bu kayıpların çoğu da Amerikan kamplarında yer aldı. Kuzey-Güney savaşı sırasında Güneylilerin yönettiği Andersonville esir kampı olayından sonra Amerikan askeri kontrolü altında böylesine bir zulüm görülmüş değildi. Benzeri yaşanmış bu facia kırk yıl boyunca müttefik arşivlerinde sır olarak kaldı.
Bu korkunç savaş suçu nasıl mı açığa çıktı? İlk işaretler 1986 yılında, yazar James Bacque ile yardımcısı tarafından gün ışığına çıkarıldı. Kanadalı James Bacque, 1600 mülteciyi Nazilerin elinden kurtaran Fransız savaş kahramanı Raoul Laporterie ile ilgili bir kitap için araştırma yapıyordu. Bir eski Alman askeri ile görüşme yaparlarken, adamın 1946 yılında Lapoterie ile dostluk kurduğunu öğrendiler. Hans Goertz adlı bu adamla bir başka Alman askerini 1946 yılında Fransız esir kampından çıkarmış, kendi mağazalarında onlara terzi olarak iş vermişti. Goertz, “Laporterie benim hayatımı kurtardı, çünkü o kamptaki esirlerin %25’i bir ay içinde öldüler.” Diyordu. Neden mi ölmüşlerdi? “Açlıktan, dizanteriden, hastalıklardan.”
Goertz’in kaldığı esir kampının kayıtlarını bulabildiğince inceleyen Bacque, 1600 kamplık bir sitem içinde, üç kamplık alt grubun parçasıyla karşılaştı. Paris’teki Fransız ordu arşivlerinde bulunan Kızılhaç kayıtlarına göre bu kampların hepsi birbirlerinden kötü durumdaydı. Çok geçmeden ABD kontrolünde yer alan kamplarda ilk toplu ölümlerin somut kanıtlarıyla karşılaştılar. Bu kanıtlar askeri raporlarda, pek de kesin anlam ifade etmeyen “DİĞER KAYIPLAR” başlığı altında yer almaktaydı. Bu sözün korkunç önemi çok geçmeden Bacque’a Albay Philip S. Lauben tarafından açıklandı. Bu Albay, Müttefik Başkomutanlığı’nda Alman İşleri Bölümü’nün başı olarak görev yapmıştı.
1967 ilkbaharında Bay Bacque ile Washington’da buluştuk. Onu izleyen aylar içinde ulusal arşivleri ve Lexington Virginia’daki George C. Marshall Vakfı kayıtlarını taradık, ortaya çıkan kanıtları birbirine eklemeye çalıştık. 1944 yılında ABD ve İngiltere hükümetlerinin en yüksek düzeylerindeki planlamaya göre, Almanya’nın dünya güçlerinden biri olmasına son verilmesi için bu ülke bir köy ekonomisi düzeyine indirgenecekti. Böyle bir tutumun milyonlarca sivilin açlıktan ölmesi anlamına geleceği, yetkilileri pek de rahatsız etmemişti. Müttefik liderlerin bu yıkıcı planlarını kamuoyu baskısı yüzünden hiçbir zaman uygulamaya koymadıklarına inanılmış, tarihçiler de bu güne kadar bunu böylece kabul etmişlerdi.
Oysa Eisenhower’ın nefreti, hoş gören bir askeri bürokrasinin merceğinden geçerek, Amerikan askeri tarihinde eşi görülmemiş dehşet olaylarıyla dolu ölüm kampları yaratmıştır. Bu nefretin yol açtığı feci sonuçlar karşısında Müttefik Başkomutanlığı’ndaki subayların kayıtsızlığı ve ilgisizliği ABD ordusunun suçluluğu konusunda en acı işarettir.
1945 yılında Amerika nüfusunun büyük çoğunluğu Alman’ı savaş sonrasında öldürmek niyetinde değildi. Ölümlerin sayısı 1941 Haziran’ı ile 1945 Nisan’ı arsında tüm Batı cephesinde Almanlarca öldürülen Müttefik askerlerinin sayısından fazladır. Bu kitapta okuyacağınız hikâyede, tarihi trajedinin üzerindeki perde açılmaktadır.
Dr. Ernest F. Fisher Albay
Amerika Birleşik devletleri Ordusu (Emekli)
Arlington, 1988
1980'lerde yazar kitap için araştırmalarına devam ederken Uluslararası Kızıl Haç Komitesi, Amerikan ve Fransız kampları üzerine araştırma yapanlara ellerindeki dökümanları vermeyi reddetmişler, savaş sırasında Fransa'ya Kızıl Haç Baş Delegesi olarak yolladıkları Pradervant'ı hiç tanımadıklarını ileri sürmüşler. Oysa NAzi ölüm kampları ile ilgili malzemeyi taramak isteyen araştırmacılara izin vermişler. Bunda 1945 yılında yapılanlara ve sonrasında ört bas edilmesine güçlü bir şekilde karşı durmamış oldukları gerçeğinin açığa çıkması korkusu etkili olsa gerek. Oysa esirlerin nasıl muamele göreceğine dair imzalanan Cenevre Konvansiyo'nuna uyulup uyulmadığını denetleyen tek kurum Kızıl Haç'tı. Kızıl Haç'ın güçlü iş birliği olmasa, bu kadar bariz bir katliam dünya kamuoyunun gözlerinden kaçırılamazdı.
Yine 1980 yıllarında İngiltere Dış İşleri Bakanlığı kitabın yazarı için çok önemli olan Philimore raporunu, -bir ingiliz bAkan da istediği halde- vermeyi reddediyor.
Öte yandan o zamanlar Federal Almanya BAşbakanı olan Willy Brandt ise, Amarikanın uyguladığı bu soy kırımın Alman kamuoyuna yansımaması için sansür uygulamsaındaki rolü ve Amerkan zulmünü inkar eden yönde yayınlanan kitaplara sağlanan devlet desteği sağlaması konusunda yazarın görüşme isteklerini geri çeviriyor. Yani bu işin içindeki ya da şahidi olan tüm ülkelerin yetkilileri, bu utanç verici geçmişi birlikte güçlü bir susukunlukla inkar etme yolunu seçmiş durumda.
Kitabın yazarı James Bacque, önsözünün bir bölümünde şöyle diyor;
“ Yaygın bir örtbas hareketi nedeniyle, ayrıca bazı savaş esiri belgelerinin daha düzenlenirken aldatıcı olması yüzünden, bu ölümlerin kesin sayısı herhalde her zaman tartışmalı kalacaktır. 1950’li yıllarda pek çok kayıt imha edilmiştir. Derinlerde kalan gerçeklerin üzerine pek çok yalan katmanları yığılmıştır.
Fakat akıllara durgunluk verecek sayıda her yaştaki erkeğin, ayrıca kadın ve çocuğun Amerikan ve Fransız kontrolündeki savaş esirleri kamplarında, 1945 Nisan’ından itibaren, yani Avrupa’daki savaşın bitiminden hemen önce başlayan süre içinde, açık havadan, sağlıksız koşullardan, hastalıktan ve açlıktan öldüğü anlaşılmıştır. Ölenlerin sayısının 800 000 den fazla olduğu kesin, 900 000 den fazla olduğu ise hemen hemen kesindir. Bir milyonu aşkın olması da en büyük olasılıktır. Bu ölümlere ordu subayları, esirleri yaşatacak erzak stokunun ellerinde var olduğunu bile bile göz yummuşlardır. Yardım kuruluşlarının esirlere el uzatmasına, Amerikan kamplarının sorumlu subayları izin vermemiştir. O sıra bütün bunlar gizli tutulmuş, Kızıl Haç, Le Monde ve Le Figaro gazeteleri gerçeği açıklamak isteyince de onlara yalan söylenmiştir. Kayıtlar imha edilmiş, değiştirilmiş ya da gizlenmiştir ve aynı tutun hala sürüp gitmektedir.
Kitap kanıtlara dayanan, Amerika tarafının bütün gizleme çabalarına, arşivlerde araştırmaları engelleme ve ordu kaynaklarının yazılı sorulara bile yanıt vermemesine rağmen bir çok belgeye ve şahitliklere ulaşılarak yazılmış ciddi bir araştırma ürünü.
Uzun bir kitap olduğu için özetleyeceğim. Kırmızı olan kısımlar kitaptan alınan pasajlardır.
Amerikan Başkanı Roosvelt; savaştan sonra şöyle diyordu;
“ Almanlara sert davranmak zorundayız. Hem ben yalnız Nazileri değil, Alman halkını kastediyorum. Almanları ya hadım edeceğiz, ya da öyle davranacağız ki, geçmişteki tutumlarını sürdürecek yeni insanlar yetiştiremez olacaklar.”
Roosevelt’in planı Alman sanayisini ve madenciliğini öldürüp, “pastoralize” etmekti. Bu amaçla Hazine Bakanı Morgenthau görevlendirilmişti. Yani Almanya’nın bir çiftliğe dönüştürmeyi planlanmıştı. Eğer sınaî taban yok edilirse, açlıktan kitle ölümleri kaçınılmazdı. ABD Dışişleri Bakanı Cordell Hull’a göre, “Morgenthau Planı Almanya’da toprak dışında her şeyi silip yok edecek, Almanya’da toprak dışında her şeyi silip yok edilecek, Almanlar toprak üzerinde yaşamak zorunda kalacaktı. Bu durumda Alman nüfusunun ancak % 60’ kendini geçindirebilirdi, geri kalanı ölmek zorundaydı.” Burada Hull, yirmi milyon sivil Alman’ın ölümünden söz etmektedir.
Müttefik yetkililerin Kanada’nın Quebec şehrinde yaptıkları toplantıya dış İşleri Bakanı değil, Hazine Bakanı gönderildi.İngiltere Başbakanı Churchill bu planın “ doğa dışı, Hıristiyanlık dışı ve gereksiz,” olduğunu söylüyordu. Toplantıyı terk etti. Aynı gece Morgenthau, Churchill’in danışmanı Lord Cherwell’i Alman sanayi yok edilirse, İngiliz imalatçılarına yeni pazarlar açılacağı” yemi ile ikna etti,
Churchill
Ekonomi açısından yaklaşım Churchill’i ikna etmeye yeterli oldu. Taraflar aralarında Almanya’nın sıfırlanması memorandumunu imzaladılar.
Ama paraf edilen ABD kabinesinde sert tartışmalara yol açtı. Toplantıya gitmeyen Amerikan Dış İşleri Bakanı Hull, şiddetle karşı koydu.
Bilgi sızmaları ile kamuoyunun gücü de kendini belli etmeye başladı. Washngton Post, New York Times, Pioneer Pres, San Francisco Chronicle gibi gazeteler etkileyici yazılar yayınladılar. Kamu oyu plana karşı duydu.
Sonuçta Roosevelt çok geçmeden yan çizmeye başladı. Planla altında kendisi yokmuş gibi davranarak, “Henry’in (Hazine Bakanı) bir çuval inciri berbat ettiğini” söyleyerek işin içinden sıyrıldı.
Roosevelt
Roosevelt anlaşmaya paraf attıktan, çok değil üç hafta sonra, “Bunu nasıl parafe etmişim, anlamıyorum,” demişti.
Öte yandan Churchill’ de bu planı kendi kamu oyuna kabul ettirmekte zorlandı. Stalin bu plana destek vermişti. Hatta aynı anda, elli bin Alman’ı kurşuna dizmek istediğinden söz ediyordu. Ama çetin tartışmalardan sonra Churchill, planı kendi kabinesine bile kabul ettiremedi. İngiltere’de de plana onay konusunda genel bir isteksizlik ve karşı çıkma vardı.
Kasap
En sonunda Rusya, Amerika ve İngiltere 1945 Şubat’ında planı tekrar görüşmek üzere Kırım’ın Yalta şehrinde toplandılar. Plan askıya alındı, Sovyetlere savaş tazminatı ödenmesi kararı alındı. Dış İşleri Bakanları toplantı sonrasında birlikte çalışarak Almanya’nın bölünmesi planını hazırlamaya karar verdiler.
Müttefiklere teslim alınan Alman esirleri Eisenhower’ın yazılı emir gereğince açıkta barındırılacak, esirler kendi imkanları ile barınmalarını temin edeceklerdi. Geçici denilen kamplar, tel örgüyle çevrilmiş açık alanlardan oluşmaktaydı. Öte yandan “yerli malzeme kullanarak kendi barınmalarını sağlayacaktır,” denilen esirlerin, bir başka emre göre bu kamplarda kulübe bile yapmaları yasaklanmıştı. Emir bir ordu mühendisince yayınlanmıştı ve hiç yürürlükten kalkmadı. Esirler Cenevre konvansiyonu şartlarına aykırı şartlarda barındırılarak, kitleler halinde öldüler. Fransa ise savaş esirlerinin iş gücünden yaralanmak istiyordu. Bunun için büyük bir utanmazlık içinde Amerikalılarla sayı konusunda pazarlık yapıyordu. Amerikalılar ise Fransızlara zaten yarı ölü duruma gelmiş esirleri veriyor, çoğu daha Fransız’lara teslim edilemeden trenlerde ölüyordu.
Savaşın bittiği 1945 yılının Nisan ayından Ağustos ayına kadar geçen 4 ayda Fransız ve Amerikan kamplarında ölen Alman’ların sayısı, 1941 Haziran’ından 1945 Nisan’ına kadar tüm Batı cephesinde ölen Alman sayısının 10 katıydı.
Dünya gıda krizini gerekçe olarak gösterdikleri birçok açıklamanın aksine, Amerikan ordusunun elinde gıda fazlası vardı. Amerika ve Kanada’ da o yıl buğday rekolteleri rekor kırmıştı. Ordu depolarında gıda fazlası çürüdü. Buna karşılık savaştan çok daha fazla hasarla çıkmış ve ekonomisi daha kötü durumda olan İngiltere’nin elindeki Alman esirleri yeterli beslendiler, barındılar ve ölmediler. Serbest bırakıldıktan sonra evlerine döndüler.
Amerikalılar ayrıca esirlere posta yasağı da getirmişti. Almanya’daki yakınları esirlerin Avrupa’da bir yerlerde hatta yakınlarında olduğunu, sinekler gibi ölüklerini bilmiyorlardı. Çoğu da hiç öğrenemediler. Çünkü ABD kamplarda ölen Alman’ları kimlik tespiti yapmadan çukurlara gömmüştü. Almanlar, Doğu cephesinde, Batı cephesinde savaş alanlarında öldüklerini düşündükleri yakınlarının, Fransa ve Almanya’daki ölüm kamplarında açlıktan, hastalıktan ve dizanteriden öldüklerini öğrenemediler. Sonradan yayılan söylentilere de, Hitler’in yaptıklarından dolayı psikolojik olarak suçlu hissettikleri için inanmakta zorluk çektiler. Cezayı hak etmiş olduklarına inanmış gibiydiler. Hatta bu tutumu o kadar ileriye vardırmışlardı ki, Amerikalı ve Fransız’larında kendileri ile aynı şeyleri yapmış olmalarından kendilerinin yaptıklarına da haklılık payı çıkarmaya kadar vardırdılar. “ Almanlar kendi vatanlarında olan şeyler hakkında (yani Nazi toplama kamplarında sivillere yapılanlar hakkında) düzenlenen konferanslara katılmayı reddettiler.
“ Bu kamplar hiçbir yararlı ders öğretmemiştir, yalnızca böyle şeylerin işe yaramayacağını öğretmiştir. Hiç kimse adaleti zalimlikten öğrenemez.
İşin trajikomik olan yanına gelince, savaşın sonunda sarf ettiği, “ Yazık ki, daha çoğunu öldüremedik.” sözünü savaştan sonraki birkaç yıl içinde bir milyon Alman’ı açlıktan öldürerek yerine getirmiş olan, Eisenhower, aslen Alman asıllıdır.
1952 yılında Cumhuriyetçilerin adayı olarak Başkan’lık seçimlerine katılmış ve Amerika’nın 34. Başkan’ı olarak seçilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder